Ana içeriğe atla

YÖK Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar'ın Sempozyum Açış Konuşması

Çok kıymetli hazirun, sevgili öğrenciler; hepinizi önce saygıyla, sevgiyle selamlarım. Aranızda online olarak da olsa bulunmaktan dolayı memnuniyetimi ifade ederim. Bugün aslında yüz yüze sizlerle olalım istedim, fakat karantinamın son 1-2 günü olduğu için bu şekilde toplantıya katılmanın uygun olacağını düşündüm.

Cumhuriyet’in 100. yılında Sosyal Bilimler Süreklilik ve Dönüşüm Sempozyumunun başarılı geçmesini temenni ediyorum.

Bu sempozyumun tertip edilmesinde emeği geçen bütün arkadaşlarımızı, öğrencilerimizi, mesai arkadaşlarımı canı gönülden kutluyorum. Böyle güzel bir toplantıyı organize ettikleri, buna riyaset ettikleri için Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesinin kıymetli Rektörünü ve yardımcılarını kutluyorum.

Bugün Sayın Cumhurbaşkanımızın kararı ile ülkemizde milli yas ilan edildi. İsrail’in Filistin halkına yönelik insanlık dışı menfur saldırıları devam ediyor. Bu canice saldırıları şiddetle kınıyoruz. Bir an önce bu saldırıların durmasını diliyoruz. Saldırılar sebebiyle hayatını kaybeden tüm Filistinli kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, yaralılara acil şifalar diliyorum. Filistin halkının acılarını ülke olarak paylaşıyoruz. İnşallah en kısa zamanda bu insanlık dramı ve yaşanan vahşet bir an önce son bulur.

Böylesine ağır insani bir durumun gölgesinde başlayan sempozyumun inşallah güzel neticeler vermesini temenni ediyorum. Seçilen konu dolayısıyla da hepinizi ayrı ayrı tebrik ediyorum.

Cumhuriyet’in 100. yılında Türkiye’de sosyal bilimlerin envanterini çıkarma amacını hedefleyen, böyle bir amaca hizmet eden bu toplantının inşallah güzel neticelerinin olacağına canı gönülden inanıyorum.

Açılış konuşmamı sempozyumun yoğunluğunu da düşünerek kısa tutacağım. Bu önemli konuda inşallah yüz yüze de bir araya geliriz.

Sosyal bilimlerin mazisi ile dünyadaki sosyal bilimler mazisi bir zamandaşlık gösterir. Sosyal bilimlerin geçmişi, yani Türkiye veya 19. yüzyılda Osmanlı coğrafyasında sosyal bilimlerin ortaya çıkışı büyük ölçüde aslında dünyadaki sosyal bilimlerin ortaya çıkışıyla paralellik göstermektedir. Bu topraklara sosyal bilimlerin intikali aslında büyük ölçüde Avrupa’daki çalışmalarla eş zamanlı olarak birlikte başlamış ve yürümüştür diyebiliriz.

Sosyal bilimlerin geçmişi ve ortaya çıkışını burada tartışacak değilim, çünkü zaten hazirun bunları iyi bilirler, belki bazı hususları işaret etmekte de fayda var.  Biliyorsunuz, Rektör Bey Musa Kazım Hoca Farabi’den bahsetti, Farabi’nin ilimler tasnifi, ilimler sınıflaması. Belki de oradan ifade etmek, dile getirmek lazım, 19. yüzyılda çok önemli gelişmelerden bir tanesi, bilginin yayılmasıydı. Daha önceki asırlarla mukayese edildiğinde, ilmin yayılması, halka intikali pek görünen bir şey değildi. 19. yüzyıl bilginin, araştırmanın tam anlamıyla popülerleştiği dönemdir. Belki de modern bilimler popüler bilimlerdir diye çok aşırı genelleştirmeye gidersek, çok yanıltıcı olmayabilir diye düşünüyorum. Hele bu sosyal bilimler açısından ifade edilecek olursa, bu daha da uygun bir yargı olur kanaatini taşımaktayım.

19. yüzyıl bilginin yayıldığı, bilginin popüler hâle geldiği ve geniş kitlelere intikal ettiği bir dönem. Sosyal bilimlerin diğer bilimler gibi ortaya çıkışıyla bu süreç arasında bir bağlantı var. Vurgulanacak en önemli kurumlar yükseköğretim kurumlarıdır. 19. yüzyılda üniversitelerin ortaya çıkışıyla sosyal bilimlerin tasnifi büyük ölçüde önceki asırlarla mukayese edildiğinde değişmeye başlıyor. Felsefeden kopuşla üniversitelerin ortaya çıkışı sosyal bilimlerin doğuşu arasında da bir münasebet var.

19. yüzyılda modern üniversitelerin ortaya çıkması, ilim tasnifinde ortaya çıkan yeni arayışlar sosyal bilimleri de büyük ölçüde doğuruyor. İktisat, sosyoloji başta olmak üzere diğer sosyal bilimler ortaya çıkıyor. Bunların ortaya çıkması, bunları çalışan araştırmacıların veya bir grup araştırmacının belli müesseseler veya çatılar altında bulunmasıyla mümkün oluyor, işte üniversiteler bunu sağlıyor. Üniversiteler bu bilimlerin ortaya çıkışını hızlandıran, bu bilimlerin halka, geniş yığınlara, ulaştıran bir görev icra ediyor.

Osmanlı coğrafyasına baktığımızda da yaklaşık olarak benzer gelişmelerin 15-20 senelik bir farkla yaşadığını veya tecrübe ettiğini görüyoruz. Dolayısıyla Avrupa’daki gelişmelerle bizim coğrafyamızdaki gelişmeler arasında da ilgi çekici benzerliklerin olduğunu söylemek mümkündür.

Tabi bizde ilk çalışmalar büyük ölçüde tercümelerle başlıyor. Tercüme enteresan bir konu, biz hala sosyal bilimlerde tercüme konusunda ısrar eden ülkelerden bir tanesiyiz. Hiç şüphesiz önemli bir şey, ama sürekli tercüme etmek de başka bir konu, aslında o da ayrıca bir toplantıda tartışılabilse çok kıymetli olabilir.

Sosyal bilimlerin bize intikalinde bu tercümelerin önemli payı var. Bu noktada bilhassa Fransa’da yapılan çalışmaların bizim topraklara intikali, tercümesi bilhassa gayrimüslim azınlıkların dil beceriyle başladığını da söylemek mümkün.

İlk tecrübelere bakıldığında üst düzey bir çabanın olduğunu görüyoruz. Aslında bu tercümelerle beraber sosyal bilimlere yönelik veya lügat çalışmalarının da başlamış olması, Osmanlı aydınlarının veya münevverlerinin konuyu ne ölçüde ne kadar ciddi bir şekilde ele aldıklarını gösteren bir başka gelişme olarak vurgulamak lazımdır diye düşünüyorum. Tercüme destekli bu eserler Türkiye’de sosyal bilimlerin temelini atan unsurlar olmuştur. Osmanlı döneminde yurt dışına doktora yapmak için gönderilen araştırmacıların ülkeye döndükten sonra hazırladıkları çalışmaların sosyal bilimler alanında Türkiye’deki Cumhuriyet Dönemi’nin ilk eserlerini meydana getirdiğini söylemek de mümkün.

Türkiye’de sosyal bilimlerin gelişmesine en fazla katkıyı üniversiteler vermiştir. Yani üniversiteler vasıtasıyla Türkiye’deki sosyal bilimler eserlerinin ortaya çıktığını söylemek mümkün. Çünkü üniversiteler yeni bir sosyal zümrenin inşasında Cumhuriyet Dönemi’nde çok önemli rol oynamıştır.

Türkiye’deki sosyal bilimler alanında sosyal bilimlerin kurucuları hakkında da kısaca konuşmak lazım. Türkiye’de sosyal bilimlerin Ziya Gökalp, Fuat Köprülü ve 20. yüzyılın ortalarından itibaren Ömer Lütfi Barkan tarafından inşa edildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. İsmini saymadığım ama sosyal bilimlerin inşasında rol almış pek çok isim vardır.

Barkan üzerine biraz durmak istiyorum. Barkan, 20.yüzyılın ortalarından itibaren Türkiye’deki modern sosyal bilimlerin gelişiminde büyük rol oynamış bir tarihçidir. Aslına bakarsanız sosyal bilimlerin uğraşı alanlarının tarih olduğunu söylemek Türkiye için abartılı gözlem olmayabilir. Şu unutulmamalıdır: Sosyal bilimler ile tarih arasında ilgi çekici bir münasebet vardır. Barkan, bizlere tarih üzerinde Türkiye’deki sosyal bilim araştırmalarının nasıl yapılacağını gösterir. Barkan’a sadece tarihçi olarak bakmamalıyız o aynı zamanda Türkiye’deki sosyal bilimlerin ihtişamına katkı sağlamış bir araştırmacıdır.

Kendimi hâlâ okumaya devam eden bir öğrenci olarak görüyorum. Okumaya devam ettiğim hususlarda bazı şeyleri sizler ile paylaşmak isterim.

Türkiye’de sosyal bilimlerin temel meselelerinden biri Barkan’ı da işaret ederek ifade edeyim. Sosyal bilimcilerin, sosyal bilimler alanında yaptığı çalışmalarla güncel kalabilme hususudur. Burada güncellikten kastım çağdaşlık değildir. Kastım şudur: Yapılan çalışmaların konusu, içeriği ve netice itibariyle mevcut bilimsel literatüre ve toplumsal ihtiyaçlara karşılık gelebilecek nitelikte olmayı kastediyorum.

Bilim insanı merak etmeli bu çok önemlidir fakat bu merakın yaşadığı muhite, bu muhitin sorularına karşılık gelmesi de önemlidir.

Sosyal bilimci, araştırma konusu olarak neyi seçerse seçsin seçtiği konunun mutlaka mevcut literatürle bağlantısının olması lazım. Mevcut tartışmalarla ilgisi olmadan mevcut tartışmalara herhangi bir katkı sağlamayan olumlu, olumsuz bir veri sunamayan bir çalışma ilgisiz bir çalışmadır, güncel olmayan bir çalışmadır değerli arkadaşlar.

 “Çalışmanın literatürüne ne katıyor?” sorusuna ciddi cevap vermesi lazım. Tabi sorunun ilgili olabilmesi için de literatürün çok yakından izlenmesi, ilim insanlarının yaptığı çalışmaları an itibariyle takip edebilmesini, o tartışmalara bir şey katabilmesi lazım.

Ben makale okurken en çok dikkat ettiğim şeylerden bir tanesi de bir makalenin ortaya koyduğu bir problem veya sorduğu soruların mevcut her an yapmakta olduğumuz tartışmalarla ne kadar irtibatının olup olmadığına bakıyorum ve pek çok çalışmanın bu tartışmaların aslında dışında kaldığı, araştırmacının ilk görüşte şahsi merakın tatmin ötesine geçmediğini görüyoruz. Bu tür çalışmaların sosyal bilimlere bir şey katması mümkün değil, bahsedilecek sorunların yeniliği, eskiliği bence önemi yok, önemli olan yapılmakta olan tartışmalara ne getirebildiğidir. Bunu, Türkiye’deki daha önce yüksek lisans, doktora veya diğer çalışmalarda, bağımsız makale veya proje çalışmalarında en çok dikkat edilmesi gereken konuların başında gelen bir mesele olarak görmeliyiz değerli arkadaşlar. Bu sebeple öğrencilerimize, genç araştırmacılarımıza, bu konuyu ciddi bir şekilde bizim iyi anlatabilmemiz, aktarabilmemiz gerekiyor. Mevcut literatürde bir angajman olmayan sorular, geçmiş veya ilgisiz sorulardır. O sebeple bu konu da bence Türkiye’de sosyal bilimlerin geleceği doğrudan etkilenen meselelerin başında gelmektedir.

Bununla birlikte ikinci önemli konu, yani yarışın dışında kalmama, yarışta bir yer edinebilmek, sosyal bilim çalışmaları içinde devam etmekte olan, yani rekabet içinde kalan ikinci bir ön şartı da belki yaptığımız çalışmaların insana ve topluma değmesi gerekiyor, dokunması gerekiyor. Entelektüel, saf entelektüel merak tatminiyle bu çalışmaları yaptı ama sosyal bilimler biraz pragmatik bir alandır, mutlaka topluma, insana dokunan literatür olması gerekiyor. Daha somut olarak ifade etmem gerekirse; bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel meselelerine dokunabilmesi, onu açıklayabilmesi veya bir problemi çözme yolu göstermesi lazım. Bu bakımdan belki sosyal bilim çalışmalarında gördüğümüz önemli zafiyetlerden bir tanesi de politika yapımına yönelik olarak herhangi bir teklif veya teklifler barındırıyor olmamasıdır. Doğrusu, genç arkadaşlarımıza makalede, kitapta, tezde ortaya konulan çalışmaların mutlaka mevcut genel veya özel, spesifik bir probleme, meseleye dokunan bir tarafının olması gerektiğini anlatmamız veya bu çalışmaları bu tür alana yöneltmemiz gerektiğine inanırım. Mevcut güncel sorunlara dokunmayan, ona işaret etmeyen, ona çözüm getirmeyen çalışmaların ben atıl kaldığına inanıyorum.

Bu bakımdan sosyal bilimlerin Türkiye’de artık daha fazla uygulamalı bir hâl alması gerektiğine inanıyorum, yani artık sosyal bilimler, uygulamalı sosyal bilimlere yönelmesi gerektiği inancını taşıyorum. Hatta bunu biraz ekstra bir örnek vereceğim, edebiyat çalışmalarında bunu düşünebilmemiz gerekiyor değerli arkadaşlarım. Yani sosyal bilimler, sadece anlamakla kalmaz, sosyal bilimler aynı zamanda açıklar, açıklamakla kalmaz, herhangi bir soruna, açıkladığı soruna yönelik çözüm önerisi de getirir.

Dolayısıyla anlamayı, açıklamayı, nihai herhangi bir soruna çözüm getirebilmeyi sosyal bilimlerde artık daha önemli bir gündem maddesi olarak tartışmamız gerektiğine inanıyorum.

Sosyal bilimler, güncel sorunları ne kadar ele alsa da sosyal bilimlere biz daha fazla kendi meselelerimizi sadece anlamaya ve açıklamaya değil, onların çözümüne yönelik şekilde kullanmaya başlarsak bizim üretkenliğimizin ben daha fazla artacağına inanıyorum. Türkiye’nin kendine mahsus bir sosyal bilim üslubu olacaksa, bu üslup ancak uygulamaya yönelik çalışmaların artmasıyla olacaktır. Uygulamaya güvenmeyen sosyal bilim araştırmalarının ülkemize mahsus bir sosyal bilim inşa edilmesine katkı sağlayacağına inancım oldukça zayıf. Bu vesileyle inşallah bugün bu sempozyumda inanıyorum ki bu meseleler, bu toplantıda ortaya koyduğum birkaç husus, mutlaka tartışılacaktır. Nitekim oturum başlıklarına ve sunulacak tebliğ başlıklarına baktığımda, bunları okuduğumda doğrusu bunları görüyorum.

Dolayısıyla ben konuşmamı şöyle tamamlamak isterim: Türkiye’de sosyal bilimler konusunda bir asır boyunca önemli bir birikim ortaya çıkmıştır, bu birikimin ortaya çıkmasında üniversitelerde yapılan tezlerin, akademik çalışmaların fevkalade önemli bir yeri olmuştur. Uluslararası sosyal bilimlerle mutlaka temasımız kurulmuştur, fakat Türkiye’de sosyal bilimlerin küresel sosyal bilim çalışmalarına daha fazla katkı sağlayabilmesi için uygulama ağırlıklı çalışmalar her alanda olmak üzere, tarih, iktisat, edebiyat, sosyoloji, sosyal psikoloji, antropoloji, ne geliyorsa sosyal bilimler adına, hangi tür alanlarda çalışmalar yapılıyorsa, bu alanlarda artık daha fazla uygulamaya yönelik çalışmaların öne çıkması gerektiği kanaatlerimi bugünkü toplantıda sizlerle paylaşmak istiyorum.

Sabırla beni dinlediğiniz için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum, toplantının hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Sempozyumun tertip edilmesinde emeği geçen bütün arkadaşlarımıza, mesai arkadaşlarıma ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Hizmetlerimizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanıyoruz.

asbu.edu.tr' yi kullanarak çerezlere izin vermiş olursunuz.